Saygıdeğer okuyucularım,
Geçen hafta Haim Naum Doktrinin 7 maddesini konu edinmiştik. Bu yazımızda bu 7 maddenin ülkemiz üzerindeki tezahürlerinden bahsedeceğiz.
Öncelikle bir gerçeği dile getirelim. Ülkemiz üzerinde uygulanmakta olan “ihanet planlarını” iyi bilmek, ona göre tedbirler almamız gerekiyor. Siyonizmi, bilmeden dünyanın ve ülkemizin sorunlarını teşhis etmek mümkün değildir. Bir zamanlar bu ülkede “masonlar, lejyonerler, roteryenler vs.’lerden bahsedilirdi.” Bu kuruluşlar ve mensupları özellikle son çeyrek asırdır dile getirilmez oldu.
Ne kadar ilginç bir durum değil mi sizce? Bu kurumlar ne için kurulmuş, hangi alanlarda faaliyet gösterir? Devletimiz ve milletimiz üzerindeki etkileri nelerdir? Kimdir bu insanlar? Daha önceleri sık sık gündemde olan bu konu neden sessiz bir şekilde Türk milletinin gündeminden düşürülmüştür?
Bir milletin, devletin duçar olduğu sıkıntıları çözmek için öncelikle meselelerin sebeplerini teşhis etmek, temeline inmek gerekir. Sorun bilinmeden cevabının da bilinmesi mümkün değildir. Asırlardır Türk milleti ve Türk Devletleri nasıl kurulmuş, nasıl yıkılmış, bu konuda tarihi, ilmi bir analiz yapıldığı zaman şunu gözlemliyoruz. Türk Devletleri, harici düşmanlar yanında iç karışıklıklar ve ihanetler sonucu yıkılırken; maalesef bir Türk Devleti diğer bir Türk Devleti tarafından tarihten sildirilmiştir. Dış mihraklara direnç gösterilirken, ülke içinde çıkartılan fitne – fesat ve ihanet politikalarına karşı aynı mukavemet sergilenememiştir.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulur; henüz devlet olma aşamasında iken, Siyonizm’in en önemli şahıslarından Haim Nahum denen beynelmilel Yahudi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletini sistematik bir şekilde yıkıma götürecek doktrin ve esasları belirlemiş, 7 maddelik bu ihanet politikaları yavaş yavaş uygulanmaya geçilmiştir. Şimdi bu 7 maddenin ülkemiz üzerinde ne kadar etkili olduğunu hep birlikte irdeleyelim.
Bilhassa şunu tekrar hatırlayalım, Haim Nahum;
“Türkleri savaş meydanlarında asla mağlup edemezsiniz. Müslüman Türkler bir iman ve ahlak tahribatı geçirmelidir. Ekonomileri çökertilmeli, siyasi partilerden, gazetecilere hepsi ele geçirilmelidir. Yumuşak ve kolay lokma hale geldikten sonra ancak mağlup edilerek onları zapt edebilirsiniz.” demiştir.
Şimdi bu Siyonist’in 7 doktrininin ülkemiz üzerinde ne kadar etkili hale geldiğini ve hedef seçilen bu esasların fersah-fersah milletimiz üzerinde nasıl uygulandığını acı bir şekilde yaşayarak gözlemliyoruz.
1-Türk milletini işsiz bırakacaksınız.
Asil Türk milletini savaş meydanlarında mağlup edemeyen düşmanlar, milletimizi başka mecralarda sıkıntılara sokarak buhranlara sürüklemektedir. En başta uygulanan ekonomik politikalarla hedeflerine ulaşmak istemekteler. Bunun için ülkemizin yakın geçmiş ve günümüzde duçar olduğu milyonlarca işsiz gencimiz, eli diplomalı milyonlarca üniversite mezunu evladımız maalesef iş arayışında, çaresizlik içinde kıvranmıyor mu?
2-Türk milletini sefalet içinde, aç bırakacaksınız.
Uygulanan yanlış ekonomik politikalarla fakirliğin her geçen gün artığı, alım gücünün düştüğü, yüksek enflasyon sonucu milyonlarca vatandaşın devletten aldığı sosyal yardımlarla ayakta kalmaya çalıştığı, günümüzde 4,3 Milyon ailenin direk ayni ve nakdi yardım aldığı düşünülürse içinde bulunduğumuz sefaleti açık bir şekilde gözler önüne sermiyor mu?
3-Türk milletine borç vererek esaret altına alacaksınız.
Osmanlı Devleti; maddi açıdan zor dönemler geçiriyorken, Lehistan'ın Osmanlı Devleti'ne bağlı olduğu zamanlar Lehistan Prensinin Padişah'tan borç istemesi üzerine padişahın sarf ettiği tarihi cümleyi hatırlayalım:
''Ver lala, ne kadar istiyorsa ver. Şimdi borç alan yarın buyruk alır.''
Lord Curzon, İnönü’ye Lozan sonrası;
“Şimdi istediklerinizi aldık diye seviniyorsunuz. Birgün gelecek kurmuş olduğunuz devleti ayakta tutmak için paraya ihtiyacınız olacak, onun içinde bize gelecek, muhtaç olacaksınız.” Demiştir.
Fakat Cumhuriyetin kurucuları hiçbir zaman Londra'ya gidip borç talebinde bulunmayacaklardır. Bilakis, yerli kaynaklarımızın aktif hale getirilmesiyle milli ve yerli politikalarla özellikle Cumhuriyetin ilk on yılında müthiş bir kalkınma hamlesi gerçekleştirilmiştir. Görüyoruz ki; bir devletten borç edinmenin faturası nerelere kadar uzanıyor.
Osmanlı Devleti’nin de ekonomik alanda korkunç bir çöküntüye uğratılmasından sonra, alınan dış borçların ödenememesi karşısında tefeci devletler kurdukları; Düyun-u Umumiye (Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi), 1881-1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun iç ve dış borçlarını denetleyen kurumdur.) teşkilatı ile ülkemizin gelir kaynakları üzerine çökmüşler, devletimizin ekonomik bağımsızlığı elden gitmiştir. Osmanlı sadece askeri cephelerde değil, iktisaden de büyük kayıplara uğratılmıştır.
Cumhuriyet döneminde özellikle 1940’lı yıllardan sonra ülke ekonomisi maalesef her alanda baltalanarak başta ABD olmak üzere, Dünya Bankası, IMF gibi Londra tefeci banka, banker ve baronlarına muhtaç hale getirilmiş, yüksek faiz oranlarıyla borçlanılmaya başlanmıştır.
1940-50’li yıllardan bu tarafa sürekli dış borçlanmaya gidilmiş, bu durum günümüze kadar devam ede gelmiş, maalesef aynı yanlış ekonomik politikalarla devletimizin dış borcu katlanarak devasa boyutlara ulaşmış, devletimizin dış borcu 444 Milyar Dolarlara kadar fırlamıştır. İç borcumuzu ise hiç sormayın. Ülke ekonomisi yüksek faiz oranlarıyla borçlanmaya devam ediyor.
Halk bazında ise; vatandaşın bankalara olan tüketici kredi borcu (BDDK verilerine göre) 1 trilyonu (eski para ile katrilyon) aşmış durumda. Kredi kartı borçları ise 250 Milyar TL.’ye yaklaşmış. Aileler en az değişik bankalardan aldığı 5-6 kredi kartıyla hayatlarını idame etmeye çalışarak, borçlarının asgarisini kapatarak günü kurtarmaya çalışmaktalar.
UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi) verilerine göre, Mart 2022 itibariyle toplam açık icra dosya sayısı ise 23 milyon 525 bin seviyesini görerek rekor kırmıştır, kırmaya da devam ediyor. Türk milleti “vahşi kapitalizmin” cenderesinde ezilmekte, özellikle kredi kartları vasıtasıyla tam bir “tüketim toplumu” haline getirilerek borçlandırılmaktadır. Tüketime yönelik inanılmaz cazip gözüken ekonomik kampanyalarla Türk insanı tüketimin, harcamanın tutsağı haline getirilmiştir. A’dan Z’ye her alanda maalesef ülkemiz ithalatçı bir konumda olduğu için gelir kaynaklarımız hep dış ticaret, ithalata gidiyor, cari açık her geçen yıl artarak devam ediyor. Yani gelir-gider dengemiz hep aleyhimize işliyor.
Maalesef ülke olarak borçlarımızın ana parasını bırak, faizlerini ödemekte zorlanıyoruz. O yüzden dış borçlarımız katmerli bir şekilde artmaya devam ediyor. Ailelerin yaşadığı ekonomik çöküntü, binlerce aile yuvamızın dağılmasını, milyonlarca insanımızın ser-sefil bir şekilde manevi-sosyal-kültürel bir buhrana sürüklenmesine yol açıyor, ekonomik kriz korkunç bir tahribatı da beraberinde getiriyor.
Gelecek yazımızda konumuza devam etmek temennisiyle…
Allah’a emanet olun aziz okuyucularım.