Saygıdeğer okuyucularım,
09 Kasım 2020 tarihinde “Hayatımıza Yön Veren Değerler – Kimlerdi Bu Güzel İnsanlar? Yeniden Milli Mücadeleciler” adlı yazı dizimize kaldığımız yerden devam etmeye çalışacağız. Yazı dizimiz haftalık gazetemizde 48 sayıdır yayınlanmakta. Sitemizde ise şahsi ailevi sebeplerden dolayı devam ettirememiş, yayını durdurmuştuk. Bu arada ülkemizin değişik yerlerinden birçok değerli şahsiyet ve okuyucumuz bu yazı dizimizin devam ettirilmesini, hatta nihayetinde kitaplaştırılmasını arzu ettiklerini bizzat iletmişlerdi.
“Hayatımıza yön veren değerler, kimlerdi bu güzel insanlar?” diyerek bizleri “Yeniden Milli Mücadele Teşkilatı” ile tanıştıran, vatanına, milletine, devletine, manevi inanç ve değerlerine bağlı birer fert olarak yetişmemize vesile olan, kültürel alanda donanımımıza katkılar sağlayan bu güzel insanlardan, Halil İbrahim Özkul hocamızın vefatı ile ilgili şahsına ve Özkul Ailesine duyduğumuz bir ahde vefayı dile getiren küçük bir yazı, daha sonra okuyucularımızdan gelen güzel teşviklerle uzun bir yazı dizisine dönüşmüş oldu.
Bu yazı dizimizde “Yeniden Milli Mücadele Teşkilatı’nın” kuruluş hikâyesini, sosyo-kültürel faaliyetleriyle, siyasal serüveniyle ülke genelindeki inanılmaz etkisini değinerek bu hareketi kısıtlı imkânlarımızda irdelemeye gayret ediyorduk. Bu hareketi kuran, başlatan şahıslarla ilgili elde edebildiğimiz bilgileri siz saygıdeğer okuyucularımızla paylaşmaya devam etme çabasında olacağız. Bu davayı başlatmış, bu hareketi dizayn etmiş, hayatını bu ulvi kuruluşa, milletine, vatanına ve devletine adamış" milli Mücadele Kahramanlarını" tanıtmaya, anlatmaya azim ve kararlılıkla sürdüreceğiz. Eksikliğimiz, hata ve sevaplarımızla....
Ama tüm içtenliğimiz ve samimiyetimizle..
Çünkü biz bunu bir vefa, bir vazife olarak addediyoruz.
Alıntı yaptığımız, faydalandığımız bölümlerde ki ifadelerin mensuplarının yorum ve görüşleri olduğunu hatırlatmak isterim.
Saygı çerçevesinde değerlendirilmesi umuduyla...
Bu bölümümüzde geçen hafta aramızdan ayrılarak darı bekaya intikal eden; “Milli Mücadele Teşkilatının” Mehmet Çetin ile birlikte Afyon Sancağını kuranlardan, Mehmet ÖZUTKU ağabeyimizden bahsetmek, onu anarak şahsına olan ahde vefayı dile getirmeye çalışacağız.
Merhum Mehmet ÖZUTKU ağabeyimizin hayatını, kimlini, kişiliğini, mücadele hayatını, kısaca öz geçmişini anlatan değişik kaynaklardan kendi ifadelerinden aktarmaya çalışalım.
Öncelikle ailevi durumunu, şahsını, öğrencilik, memuriyet, ticaret, siyasi hayatı ve Milli Mücadele Teşkilatını, yerelden, genele, Afyon’dan memleketimizin tüm sathına kadar anlatan, Afyonkarahisar Belediyesine ait bir yayın olan “TAŞPINAR” dergisinde yayınlanan, Hasan ÖZPUNAR’a verdiği bir röportajı ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
( Ayrıca gelecek hafta Emekli Mühendis, Yazar Mustafa Yolcu bey efendinin Mehmet ÖZUTKU ile 2012 yılında yapmış olduğu söyleşiyi, Mehmet ÖZUTKU ağabeyimizn vefatı dolayısıyla ilk defa yayına koymuş, okuyucuları ile paylaşmıştır. Sayın Yolcu ile yaptığımız görüşmelerle bu yazıyı yayınlama müsaadesini alarak sizlerin istifadesine sunacağız.)
Kaynak Dergi: Taşpınar. Tarih: Aralık 2014 Sayı: 3 Ropörtaj: Hasan ÖZPUNAR
Taşpınar’ın bu sayısında Afyonkarahisar merkezli bir fikrisiyasi hareketin öncülerinden, genç yaşta milletvekili seçilen ve 1980 darbesini milletvekili olarak karşılayan Mehmet Özutku ile sohbet ettik.
Efendim, Mehmet Özutku nasıl bir çocukluk geçirdi?
Tevellütüm 10 Şubat 1940. Örenbağ Mahallesi doğumluyum. Çocukluğum Hacı Nasuh’ta İsli Cami çevresinde geçti. Bulunduğumuz mahalle çiftçi mahallesiydi. Babam rahmetli Halit Özutku çiftçi değildi, bir ara zahirecilik, müteahhitlik yaptı. Aynı zamanda mahallenin de 1940’lardan 1984’e kadar değişmez muhtarıydı. O yıllarda Sanat Okulu’nun yapıldığını hatırlıyorum. Eskiden Cenkçi Mezarlığıymış ben hatırlamıyorum ama araziden çıkan kemiklerin toplanarak zannederim Asri Mezarlığa götürüldüğünü biliyorum. Sanat Okulunun önünden açıkta şehir kanalizasyonu akar, o çevredeki bahçeler tamamıyla oradan sulanırdı. O bahçelerde yetişen marul, sebze vs. halde satılırdı. Binalar orada biterdi, daha uzakta Hangarlara (Askeri Fabrika) kadar hiçbir yapı yoktu. Bugün Kurtuluş Caddesi dediğimiz yola o zaman Konya Şosesi denirdi ve fabrikaya kadar bir dekovil hattı bulunurdu.
Peki o mahallelerde oturanların mezarları büyük ihtimalle oradaydı.
Kaldırılmasına kimse itiraz etmedi mi ?
Elbette vatandaş sızlandı ama o dönemde mümkün mü sesini çıkarmak. Evde babaya, dışarıda devlete karşı gelinmezdi. 1950’den sonra vatandaş biraz sesini yükseltir oldu.
Eski Afyon’da her mahallede ayrı bir mezarlık varmış. Belki büyük mezarlığın uzaklığından, belki ölümü her zaman hatırlayalım diye mezarlık yakına kurulmuş, bugün ise adeta ölümü hatırlamayalım diye ne gerekiyorsa yapılıyor. Bir de Anbaryolu’nda Gavurlar Sini denilen Ermeni Mezarlığı vardı, bir kısmı parktı, bir kısmında süslü mezar taşları vardı, kaldırıldı.
O yıllarda şehrin sosyal-kültürel yapısı nasıldı?
O dönemde Afyon küçük bir ildi. Zannederim 20-25 bin nüfus vardı. Herkes birbirini tanırdı. Şimdi Müftülüğün olduğu yerde elektrik santrali vardı. Şehre günde 4 saat elektrik verilirdi. 2 saat gündüz, 2 saat gece. Akşam toplanıp ajans dinleriz. Büyükler bir köşede sohbet eder bizde diğer köşede baca kaşında duran gaz lambasının ışığında ders çalışırız, oyun oynarız.
Köylü şehre inerdi. Çoğu mal şehirden başka yerde bulunmazdı. İlçe, kasaba, nahiye, köy arasında bariz farklar vardı. Şimdi her şey, her yerde var. Afyon’un kültürel yapısı sağlamdı. Her mahallede türbeler, yatırlar vardı. Bunlar milleti bir arada tutan değerlerdi.
Öğretmenler çok bilgili, değerli insanlardı. Küçükken sokaklarda fistanla gezerdik, şehrin zengini fakiri birdi. Şimdiki çocuklarda insanlarda her şey var, huzur yok. 1947 yılıydı galiba Kadınana İlkokulu’na başladım. Aslında bize Gedik Ahmet Paşa İlkokulu yakındı ama nedendir bilmem oraya vermediler. Sonrasında 1951’de Afyon Lisesi’nin Orta kısmına yazıldım. Orta 1’de sınıfta kaldım.
Nasıl oldu?
Okumaya meraklıydım. Bugün Ordu Bulvarı’nda 3. Vakıf Han’ın bulunduğu yerde kütüphane binası vardı, oradan çıkmazdım. Eve gelir okurdum, sınıfta okurdum. Ama ne okurdum? Önceleri kahramanlık hikayeleri, romanlar derken sonradan çizgi romanları keşfettim. Tarzan, Teksas,Tommiks vs. Harçlığımı onlara veriyorum, derste sıra altında, evde ders kitabının arasında onları okuyordum. Halböyle olunca dersleri boşladık ve o yıl sınıfta kaldım.
Evden kızmadılar mı?
Babam Yoncaaltı Cami yanında zahirecilik yapıyor, karneyi aldım yanına gitim. Utana sıkıla “Baba sınıfta kaldım’’dedim. “Hayırlısı olsun’’ dedi. Kızmadı. Gel seninle ağabeyinin yanına gidelim dedi. Ağabeyim ilkokulu bitirdi, okumayacağım deyince, demircinin yanına çırak olarak verdiler.
Babamla birlikte onun çalıştığı dükkana gittik, babam oturdu ustayla sohbet ederken bende ağabeyimin yanına gittim. Onu körüğün başında isli paslı görmek beni üzdü. Oradan çıkınca babam bana döndü ve ‘’ bu seferlik bir şey demiyorum, ama bir daha olursa geleceğin yer burası’’ dedi.
Bu bana büyük bir ders oldu. Ben buna şok tedavi diyorum. Belki evde kızsa, dövse bu kadar etkili olmazdı. Ondan sonra hiçbir dersten kalmadım. Okulda bir arkadaş grubumuz vardı, bir futbol kulübü kurmuştuk ve dönemin çok güçlü takımlarını bile yenmiştik. Tabi o zamanlar öğretmenler öğrencinin her şeyiyle ilgilenir, onları ailelerine varıncaya kadar tanırlardı. Rahmetli Edip Ali Baki, oğlu Haluk Nur Baki bizim hocalığımızı yapan ünlü isimlerdendi. 1959 yılında liseyi bitirdim. Gönlümde İstanbul Teknik Üniversite yıllarında Afyon Talebe Yurdu'nda Üniversitesi vardı fakat nasip değilmiş Hukuk Fakültesi’ni kazandım.
Pek çok hemşehrimiz gibi bizde İstanbul Şehremini’ndeki Afyon Talebe Yurdunda kaldık. İstanbul’da okurken 27 Mayıs 1960 ihtilaline şahit olduk. O günlerde tahkikat komisyonları vs. uygulamalar ve basının yönlendirmesiyle olsa gerek DP’nin baskıcı bir havaya büründüğü kanaati vardı. Fakat sonradan olayların o gün göründüğü gibi olmadığını anladım. Türkiye’de kamuoyu o günde basın yoluyla oluşuyordu, bugünde öyle. Durum böyle olunca basın birilerinin istediği şekilde halkı manipüle ediyor.
Yurtta çok bariz olmasa da tartışmalar olurdu. İlerici-Gerici şeklinde. İhtilalden önce arkadaşlarımız yurt yönetimine seçildiler. Ben de yurt müdürü oldum. İhtilalden sonra tam yurt kongresinin yapılacağı gün bizleri emniyete aldılar.
Gaye bizi yurt yönetiminden uzaklaştırmak. O günü nezarette geçirdik. Emniyet vasıtasıyla kongreye katılmamamız sağlandı, gerekçe sudan sebepler. Çıkınca bir baktık karşı ekip yurt yönetimini almış. Yeni seçilen kişilerle görüşerek en kısa sürede tekrar kongreye götürmelerini sağladık ve tekrar yönetime geldik.
Kimler vardı bu grupta?
Yavuz Aslan Argun, Muharrem Seleoğlu, Seyhan, Sezer Mısırlıoğlu, Aykut Edibali gibi lisede de beraber okuduğumuz arkadaşlardan oluşan grubumuz vardı.
Aynı ekip sonradan Türkiye’de büyük bir fikri akımın da temellerini atıyor değil mi?
Evet, saydığım arkadaşlarla ortaokul, lisede beraberdik. Tabii o günkü birlik, beraberlik, samimiyet, dostluk, arkadaşlık, güven başarımızın temeliydi. Fikri mücadelenin temeli de Afyon Talebe Yurdu’nda atıldı. Arkadaş grubumuzla sohbetlerimizde Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntılara çözüm yolları arardık. Ve bir taraftan da kendi eksiklerimizin farkına vardık. Özellikle dini konulardaki eksiklerimizi gördük ve bunları gidermek için yurttan ayrılıp eve çıkmaya karar verdik. Üsküdar’da bir eve geçtik. Burada gerek dini konularda, gerekse Türkiye’nin meseleleri ve yakın tarihi konusunda kendimizi yetiştirmeye başladık. Ve tabi tüm bunlara kafa yorarken bende dahil olmak üzere bazılarımız okullarını bıraktı.
Aileniz nasıl karşıladı bu durumu, sonuçta size büyük ümit bağlanmış, İstanbul’a okumaya göndermişler?
Babam eskiden zahireciydi, sonradan balast müteahhitliği yapıyordu fakat işleri bozulmuştu. Allah razı olsun ablalarım evde sabahlara kadar tezgahta önlük dokur, onlar satılır evin iaşesi sağlanırdı. Bir taraftanda ağabeyim astsubaydı onun yardımlarıyla aile geçimini sağlıyor. Ailemizden gizli, saklı bir şeyimiz yoktu. İçinde bulunduğumuz durumu anlattık. O günlerde lise mezunlarına yedeksubay öğretmenlik hakkı vardı. Benim için bir kurtuluş gibi gördüm, kısa yoldan hayata atılmak gerekiyordu. Bir taraftan askerlikte gelmişti.
Neticede üniversiteyi bıraktık ve önce Şuhut Karacaören’de vekil öğretmenlik yaptıktan sonra Karaman’ın Ermenek kazasına bağlı Sarıveliler Köyü’ne atandık. Köy Torosların tepesinde, kışın yol kapandığında aylarca aşağı inemezsin. Göreve başladık çok geçmeden Milli Eğitim’e şikayet etmişler,’’ Gericilik yapıyormuşuz, Nurcuymuşuz’’. Böyle diyorlar.
İbadetlerimizi yerine getirmeye çalışıyoruz, harama bakmıyoruz. Kabahat sanki. Neyse ki mesele kapandı.
Oradan Afyon’un Alanyurt Köyü’ne geldim. 2 yıl orada kaldım. Sonra Karaaslan Köyü, oradan Ataköy’e geçtik. Öğretmenlikte de başınızdan epey olaylar geçmiş anlaşılan.
Öğretmenlik yaptığımız yıllarda da hep faydalı olmaya çalıştık. İster istemez insanın başına ilginç olaylar geliyor.
Peki üniversitede ki arkadaş grubunuzla bağınız sürüyor muydu?
Okulu bıraktıktan sonra ben gruptan koptum. Yıl 1968. Sadece yaz aylarında karşılaşırsak selamlaşıyoruz. Karaaslan Köyü’nde görevli olduğum sıralarda arkadaşlar beni arayıp buldular. Oturduk, Konya’da Mücadele Birliği adında bir dernek kurduklarını, bu derneğin şubelerine sancak adını verdiklerini, İstanbul’da bir Sancak açtıklarını ve Afyon’da da bir Sancak açmak istediklerini belirttiler. Sancak kuruldu. Bir müddet sohbetlere gidip geldik. Oradaki arkadaşların samimiyeti, fedakarlığı bende büyük hayranlık uyandırdı.
Amacı neydi bu derneğin?
Amacımız milli devletti. Dış baskılardan azade, sömürüden uzak, içeride birbiriyle uyumlu, bir millet. Hedef, ülkenin içinde bulunduğu meselelerden kurtuluşu sağlayacak bir kadronun oluşmasıydı. Komünizmle, Masonlukla, Kapitalizm, Emperyalizmle mücadele, dini ve milli değerleri yayma yolunu güdüyorduk.
Kimler vardı o dönemde?
Ali Yıldırım, Süleyman Köse, Nuri Eryıldız, Seyit Hoca, İhsan Ramiz, Yeşil Hoca, Hasan Hoca, Veysel Hoca, Ramazan Hoca, Feyzullah Hoca gibi genelde Diyanet Camiasından isimler vardı. Bende faaliyetlere katılmaya başladım.
Derneğin logosu çok ilginç geldi bana, ne anlam taşıyordu?
Logomuzdaki kitap iman ve milli kültürü, yıldız milli duyguları, sıkılı sağ yumrukta milli gücü temsil ediyordu. Özetle sıkılmış sağ yumruk Milli Mücadelecilerin sembolüydü.
Ne gibi faaliyetler vardı?
Derneğin yayın organı “ Yeniden Milli Mücadele’’ ismini taşıyordu. Muhtevası doluydu. Mitingler, konferanslar, sergilerle sürekli aktif bir yaşam. Köyde çalışıyorum, akşamları ve hafta sonlarını teşkilatta geçiriyorum. Ulvi bir gaye olduğu için sıkı sıkıya sarılmıştık davamıza.
Bir taraftan öğretmenliğe devam ediyorsunuz?
Öğretmenliğe devam ediyorum ama teşkilat çalışmalarında ön plana çıkmaya başlayınca ayağımız kaydırılmaya başlandı. O arada Ataköy’de öğretmenlik yapıyordum.
Önce Eğret’e (Anıtkaya) Kasabası’na tayin ettiler. 1 yıl orada çalıştım. Arkasından Ağrı’ya sürgün ettiler. Dernekte 4 öğretmen arkadaş vardı, hepsini yurdun uzak köşelerine verdiler. Kimini Sivas’a, kimini Ordu’ya. Amaç tabi bu hareketin öncülerini uzak yerlere gönderip, hareketi çökertmek.
Devir 12 Mart dönemi, peşpeşe davalar açıldı. Şeriatçılık, devleti yıkmaya teşebbüs etmek, vs. akla hayale gelmeyecek şeyler. Bizim derdimiz ülkenin meselelerini çözebilecek insanlar yetiştirmekti. 1974’te Ecevit affı imdadıma yetişti. Davalar düştü. Yoksa mukadderdi içeri girmek.
Ağrı’ya sürgün edildiniz, peki gittiniz mi?
Oturduk istişare ettik, gidelim mi, gitmeyelim mi? Tabii bu arada gitmesek meslekten ayrılsak ne yapacağız? Hamdolsun Cenabı Allah sağlık, sıhhat vermiş, gençlik vermiş.
Hiçbirşey olmasa elimize bir küfe, bir urgan alıp eski hal binası önünde hamallık yaparız dedim. İzin süresi bitince Ağrı’ya gittim, gördüm. Orada göreve başlasam teşkilat çalışmaları bitecek. Sonuçta gitmedik ve istifa ettik. Dört arkadaş bir araya gelerek 40.000 TL sermaye ile ortaklaşa bir bakkal dükkanı açtık. Mecidiye’ye inerken Eryıldız adında bir bakkal dükkanı sayesinde rızkımızı temin ettik. Afyon’da ilk kooperatifi de siz açtınız bildiğim kadarıyla.
Evet, bakkal birkaç yıl çalıştı. Ama 4 ortaktık, yetmemeye başladı. Oturduk istişare ettik. Bunun üzerine dava arkadaşları ile bir araya gelerek Pınar Kooperatifi adında bir yer açtık. Aynı zamanda dava çalışmalarına katkıda bulunacak bir yer olacaktı. O dönemde Afyon’da bir ilkti. Market sisteminin öncüsü idi. Toptan fiyatına perakende satış bizim sloganımızdı. Başarılı bir yapı kurduk. Uzun yıllar devam etti. Fakat kendimizi yenileyemediğimizden kapandı. Milletvekilliği döneminde bir Almanya seyahatimde AVM’leri görmüş ve bizimde bu sisteme geçmemiz gerektiği kanısına varmıştım. O zaman kabul görmemişti bu teklifim.
Siyasete nasıl girdiniz, hareketin temelinde mevcut siyasete reddiye var?
1973 seçimlerine gelindiğinde Milli Mücadele hareketi geniş kitlelere ulaşmıştı ve ulaştığımız bu kitleyi gören gerek Adalet Partisi, gerek Milli Selamet Partisi yetkilileri kendi saflarında seçimlere girmemizi istemişlerdi. Fakat istişareler neticesinde böyle bir davranış için erken olduğuna karar verildi. Çünkü biz siyaset üstü çalışmalar yapıyoruz. Daha ulvi hedeflerimiz var.
1977 seçimlerinde diğer partilerden aynı talepler tekrar gelmeye başladı. Esasında halkta bizi sıkıştırmaya başladı; Bölükbaşı gibi yapacaksanız hiç kapımıza gelmeyin dediler. Malum rahmetli Osman Bölükbaşı iyi bir hatipti, fakat sürekli muhalefetti. Neticede oturduk istişare ettik. Bizde ki kanaat seçimlere MSP ile girilmesiydi. Fakat hareketin İstanbul kanadı AP ile girilmesini istedi. Ve öylede oldu. O günlerde Demirel’in çağrısı vardı.’’ Eteğimizdeki taşları dökelim, biraya gelelim. Türkiye zor günlerden geçiyor’’ diyerek açık çağrı yapmıştı. Teşkilatın adayı olarak da ben uygun görüldüm.
O dönemde Milletvekilliği adaylık süreci şimdiki gibi değil, AP Teşkilatına gittim, Milletvekilliği adaylık başvurumu yaptım, çıktım. Zannediyorum ki böylece seçime girilecek, meğer daha delegelerin yapacağı önseçim varmış. Arkadaşlar uyardı. Tekrar gidip partiden delege listesini aldım. Çalışmaya başladık. Önseçimde 4. sıraya geldim. Diğerleri Ali İhsan Ulubahşi, Mete Tan, Güneş Öngüt. Ben teşkilatın eskilerinden, eski bakan Hasan Dinçer’in önüne geçmişim. Sonradan duydum seçim kurulu üyeleri Hasan Dinçer’e isterseniz sıralamayı değiştirelim demişler, o da ‘’ bu gencin hakkı yenmez’’ diyerek kabul etmemiş.
Resmi bir seçim, sonuçlar nasıl değiştirilir?
O yıllarda yine böyle bir vaka yaşanmıştı. Terzi Hüseyin Öğdüm zannederim 1969 Belediye Başkanlığı seçimlerinde bağımsız aday olmuş ve söylentilere göre iyi bir oyla seçilmişti de fakat memleketin önde gelenleri ve sandık kurulundakiler bu adama başkanlık mı verilir deyip seçim sonuçlarını değiştirmişlerdi. Tabi önce itiraz oluyor, kurul sandıkları tekrar sayıp sonuçları değiştiriyor. O dönem bu hep anlatılırdı. Hüseyin Öğdüm’de 1970’de genç yaşta kahrından ölmüştü. Siyasete böyle adım attınız. Evet. Hani derler ya havuza beni kim itti. Benim durum aynen öyle. Yüzme bilmiyorum, denize atıldım. Allah razı olsun arkadaşlar benden daha fazla çalıştı. Son gün yorgunluktan sabah namazından sonra yattım, telefon çalmaya başladı hayırlı olsun seçildin diye haber verenler. Tekrar yattım, öğleye kadar. Velhasıl 1977 seçimlerinde parlamentoya girdik.
Peki nasıl bir meclis ile karşılaştınız?
Tabi bizler idealist insanlar olarak oraya gittik. Daha önseçim döneminde çalışırken ‘’bana şahsi meselelerinizle gelmeyin, ülkenin daha ciddi meseleleri var, ben bunların çözülmesi için gayret göstereceğim’’ demiştim. Fakat Ankara’ya gidince gördüm ki gelen herkes kendinin, oğlunun, kızının, damadının velhasıl birilerinin tayini, daha iyi işe sahip olmaları için kapı aşındırıyor. Başka bir taleple gelen yok. Kendince haklı da. Önayak olmasanız siz kötü oluyorsunuz. Aslına bakarsa nız toplumun huzuru, refahı için istekleri belki de gerekli. O insanların isteklerini yapmaz, problemlerini çözmezseniz o kişiden verim alamazsınız. Çok şükür kimseye yalan söylemedim, başımdan savmadım. Ne gerekiyorsa onu yaptım. O yüzden de Afyon’a dönünce başım açık, alnım dik gezdim.
Mecliste neler yaptınız?
Kısa bir meclis dönemi yaşadık. Malum 12 Eylül ihtilali ile meclis kapatıldı. Bu dönemde hergün şiddet olayları vardı. Aralık 1978’de Kahramanmaraş olayları çıktığında Adalet Partisi’nin Komisyon üyesi olarak oraya gittik. O günlerde yaşananları anlatmak dahi zor. Sanki bir iç savaş.
Morglar ceset dolu, sokaklar bölünmüş. Gider gitmez toplum üzerinde etkisi olan kanaat önderlerini bir araya getirerek belediye hoparlöründen konuşturup halkı sükunete davet ettik. Olayları yatıştırmaya çalıştık. Biz tarafları yatıştırmaya çalışırken iktidar kışkırtıcı konuşmalar yapıyor.
Allah o günleri bir daha yaşatmasın. Mecliste de çok hareketli bir miletvekiliydim. Değişik komisyonlarda, işsizlik sigortası çalışmalarında görev aldım. Türkiye’de politika kavgayla, gürültüyle yapılıyor. Halbuki toplumda elbette farklı görüşlerde olacak, herkes kendi fikrini söyleyecek. Millet neyi benimserse o kabul görecek. Bizim her şeyden önce birbirimizi dinlemeye, anlamaya, sevmeye ihtiyacımız var. Bu ülkede birlikte yaşıyorsak öncelikle bunu gerçekleştireceğiz.
Afyonkarahisar’la ilgili o dönem neler yaptınız?
Bizler sadece milletvekiliydik. Ama yinede ilimizle ilgili pek çok konuda teklif götürdük, yaptırmaya çalıştık. Esas rahmetli hemşehrimiz, ağabeyim Ahmet Karayiğit (Dişçi Ahmet) o dönem Köy İşleri Bakanı idi. Onun sayesinde köylerimiz pek çok hizmet gördü. Düşünün 1980’li yıllara gelmişsiniz köylerin yolu yok, suyu yok, elektriği yok. Bazen İzmir’e giderken gece geçtiğim köy, kasabaları ışıl, ışıl görür imrenirdim. Afyon’un köyleri de böyle olsa diye. Nasip oldu Ahmet Karayiğit sayesinde pek çok köyümüzün bu ihtiyacını giderdik. Tabi yapılan işler o günün şartlarında çok büyük işler ama bugün devletin imkânları, yaptıkları göz önüne getirilince küçük bir yatırım gibi geliyor. Geçmişi değerlendirirken her zaman içinde bulunulan şartları göz önüne getirmek gerekir.
Aynı dönem seçildiğiniz arkadaşlarınız istifa edip başka partiye geçerek bakan oldular, size böyle bir teklif geldi mi?
Hamdolsun benim kapımı dahi çalmadılar. Bana gelemezlerdi de. Bizler idealist insanlarız. Makama, koltuğa değişilmeyecek değerlerimiz vardır. Yoksa hemşehrilerimizin yüzüne nasıl bakardım. Bunu yapanlar belki bir süreliğine makam sahibi oldular ama toplum nazarında değerlerini de yitirdiler. Türkiye maalesef böyle şeyler yaşadı. Güneş Motel,14’ler o dönemden akıllarda kalan şeyler. Yahudilerin meşhur Siyon Protokolleri’nde vardır. Dünyada kendinize hizmet edecek insanların zayıf yönlerini araştırıp bulacaksınız ve bu zayıf yönlerinden kendinize bağlayacaksınız. Kimisi paraya, kimisi şan, şöhrete, kimi kadına, kimi makama, kimi kumara tutulur. Çok şükür bizim nefsimizde böyle bir şey yok.
12 Eylül’de neler yaşadınız?
11 Eylül gecesi Mücadele Birliği’nden arkadaşlarla bizim evde sohbetimiz vardı. Geç vakit onları yolcu edip yattım. Gece bir telefon geldi. Bir arkadaş’’ askerlerin darbe yaptığını hazırlıklı olmamı’’ söyledi. Hazırlık derken devlete, millete karşı bir suçumuz yok. Ama suç isnat ederlerde içeri alırlarsa? Bir vakit gelirlerse karşı koymayı düşündüm. Sonra vazgeçtim. Birkaç gün bekledik gelen giden yok. Sadece liderler ve üst yöneticiler gözaltına alındı. Bizimde meclis maceramız böylece sona erdi.
12 Eylül İhtilali mensubu olduğunuz Mücadele Birliği’ni nasıl etkiledi?
Mücadele Birliği daha 12 Eylül yaşanmadan uzun süre önce birkaç ayrışma yaşamıştı. Ama özellikle 1978’te bir savrulma yaşadık. Dolayısıyla 12 Eylül’ün bizim üzerimizde bir etkisi olmadı. Ayrıca bizler askere karşı daima sempati besleyen bir yapıydık. Çünkü daha siyasete girmeden çok önce Türkiye’de o günkü siyasetten bir şey beklenemeyeceğini değişimin ancak emir-komuta zinciri içinde askerden gelebileceğine inanmıştık.
Kitleleri etkileyen bir hareket nasıl oldu da bir dağılma süreci yaşadı?
Dışarıya açılan hareketlerin zaman içinde bir takım zaaflara düçar olması mukadderdir. Bizim Çanakkale için bir tespitimiz vardır: Büyük bir cesaret, büyük bir fedakarlık ve çok büyük bir zaferdir ama liderliği çok zayıf bir zaferdir. Ben bizim hareketimizi de buna benzetiyorum. Yani liderlik çok zayıf kalmıştır, zayıf kaldığı için taşıyamamıştır kitleyi. Başlangıçta lider inançtır, fikirdir, idealdir diye yola çıkanlar sonradan liderin söylediği her şey doğrudur noktasına geldiler. Onun için de ayağı topallamaya başladı. Tabii böyle davrananlarla bundan rahatsız olanlar arasında bir sürtüşme de başlamış oldu. Tabanın eğitimi ve sorumlulukları karşılanamadı. 1971’den sonra hareket kendisini tekrarlamaya başladı. Fikir üretimi durdu, o dönemde aşağıdan ikazlar yapıldı ama bu ikazlar dikkate alınmadı. Aslında düşüncede bir farlılık yoktu, fark metottaydı. Liderin söylediği tek doğrudur çizgisinde olanlar devam etti. Biz de bu dönemde, 77-78 yıllarında hareketten koptuk. İstişare mekanizması zayıftı. Bu mekanizma Anadolu’da yürüyor ama İstanbul’da çökmüş. Savrulduğumuz 78’e kadar bundan bizim haberimiz yoktu.
Lider kendi çevresinden uzaklaştı. Temel yanlışımız buydu.
Bugün Mücadele Birliği’nden yetişenlerin pek çoğu farkı yerlerde etkin görevdeler değil mi?
Bu bir kadro hareketi. Ülkenin içinde bulunduğu kültürel, siyasal, sosyal, askeri badireden nasıl kurutuluruz üzerine kafa yormuş, seçkin beyinlerden oluşan bir kadro hareketi. Türkiye’nin siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatında söz sahibi konumuna gelen insanların olması böyle bir
hareketin sonuncunda gayet doğaldır. Ayrıca hareket dağılmış olsa da mensuplarının idealleri, aşkları sönmüş değil. Bu ülkenin dertleri oldukça dünkü milli mücadelecilerin her biri bu dertle dertlenip bu ateşi içinde taşıyacaktır. Yeniden Milli Mücadele Hareketi üzerine düşen tarihi görevi ifa etti. Türkiye’nin aydın ihanetiyle karşı karşıya olduğu bir dönemde sözünü ettiğimiz pek çok insanın yetişmesine vesile oldu. Cesaret edilemeyen pek çok şeyi söyledi ve tarihe mal oldu. Ama bugün bir milli mücadele hareketine dünkünden daha çok ihtiyaç var.
Milletvekilliğiniz erken sona erdi, sonrasında ne yaptınız?
Tabi bizim milletvekilliğimiz ihtilalle sona erdi. Sonrasında daha önceden tanıdığım ve o zamanlar Ankara’da bir şirketi olan Kemal Horzum çağırdı. Onun yanında bir süre çalıştım. Baktım olmayacak, bırakıp Afyon’a döndüm. Yıllar önce kurduğumuz Pınar Tüketim Kooperatifi ile ilgilendim.1988 yılında onu da tasfiye ettik. Siyaseti de aynı yıl bıraktım. 1990’dan beri Ankara’da yaşıyoruz. Orada Araştırma ve Kültür Vakfı adında bir vakıf kurduk. Eski dostluklarımızı devam ettirmeye çalışıyoruz.
Efendim bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim, Son olarak neler söylemek istersiniz?
Yıllarca Ankara’da yaşadıktan sonra birkaç yıldır yaz aylarını burada geçirmeye başladık. Afyon elbette eskiye oranla çok büyük mesafeler kat etti. Belediyemizin bunda büyük payı var. Kültür, yaşam tarzı konusunda bazı şehirleri de geçti. Maalesef kültür emperyalizmine yenik düşüyoruz. Bizler çocuklarımıza sahip çıktık ama torunlarımıza ulaşamıyoruz. Zaman zaman TV’de Afrika’da, başka ülkelerde açlık çekenleri seyrettiğim zaman bizim 1940’lı,1950’li yıllarda çocukluğumuzda yaşadığımız, gördüğümüz sıkıntılar aklıma gelir. Dün yoklukla imtihanı kazandık ama bugün korkarım varlıkla imtihanı kaybediyoruz. Taşpınar Dergisi yerel tarihe, kültüre yönelik büyük bir çalışma. Güzel bir hizmeti yerine getiriyorsunuz, Allah razı olsun. Şehrin kültürüne yönelik çalışmalar daha da çoğalsın.