Saygıdeğer okuyucularımız,
3.sünü yazdığımız “Öyle Tarihi Bir Fırsat Kaçırdık ki!” konumuzla sizlerle beraberiz.
Hatırlarsanız ilk 2 yazımızda İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişlerini mevzu edinmiş, Türkiye’nin veto hakkını dile getirirken; ülkemizin NATO’ya dâhil edilme sürecini ve bu süreçte ödediğimiz bedellerden bahsetmiş idik. NATO’ya girebilmek için hangi diyetleri yerine getirdiğimizin acı hikâyesini hüzünle hatırlamıştık.
Türkiye’nin NATO’ya kabul edilebilmesi için öncelikle ABD’ye ülkemizde üstler açmış, Kore’de anlamsız bir şekilde savaşmış, yüzlerce şehit vermiş, Fransa için Cezayirli kardeşlerimizin aleyhinde inanılmaz bir şekilde kararlar almıştık. Yani NATO’ya girebilmek için öyle tavizler vermişiz ki; başta ABD’nin uydusu bir devlet, askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda da ABD emperyalizminin bir sömürü alanı haline gelmişiz.
Gelelim İsviçre ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmasındaki gücümüz olan veto hakkına.
Bunun için önce geçmişi biraz irdeleyelim. NATO’nun en büyük, en güçlü 3. Büyük ordusuna sahibiz. nato bütçesinin % 3,1’ini biz karşılıyoruz. Hâlbuki bu bütçeler nüfus yoğunluğuna göre belirlenirken Türkiye’nin ödediği miktarın gereğinden çok fazla olduğu, birçok NATO üyesinin haybeden bizim üzerinden geçindiğini görüyoruz.
Öncelikle haklı olarak Finlandiya-İsveç’in NATO’ya katılmalarını veto edeceğimizi açıklamıştık. Davamızda haklı olarak kararlı bir şekilde görüşümüzü bildirmiş, kesinlikle bu ülkelerin NATO’ya girişine izin vermeyeceğimizi deklare etmiş idik. Gelin görün ki; NATO, Madrid zirvesinde bu kararımızdan hemen caymış, bu ülkelerle üçlü mutabakat imzalamış, bu iki ülkenin NATO’ya girişine onay vereceğimizi açıklamış, Finlandiya ve İsveç’in PKK, YPG, FETÖ gibi terör örgütlerine destek vermekten vazgeçeceklerini ve bu örgütleri terör örgütü ilan edeceklerini söylemiştik.
Şimdi gelelim asıl iddiamıza.
Neden “Öyle Tarihi Bir Fırsat Kaçırdık ki!”
-NATO’nun var olma sebebi (komünist blok) Varşova Paktı olarak gösteriliyordu.
-Komünist bloğun dağılmasından sonra artık NATO’nun da var olma sebebi de ortadan kalkıyordu.
-Buna rağmen Amerika 2001 yılında El-Kaide örgütünün ABD’ye olan kurgu bir saldırısını bahane edinmiş, NATO konsepti olarak; artık devletlerin, devletlere olan saldırılarını değil, terör örgütlerinin devletlere karşı açtığı mücadele için varız görüşü benimsenmiştir.
-El-Kaide’nin saldırıları bu konsepte görülürken, PKK, YPG ve FETÖ gibi terörist unsurların Türkiye’ye saldırıları neden aynı konsepte dahil edilmemiştir?
Türkiye bir NATO ülkesi değil midir?
Bu amaçla NATO'nun varlığını sürdürdüğünü iddia eden birçok batılı NATO üyesi ülke, başta ABD olmak üzere var güçleriyle, ülkemizi yıpratan, terör örgütlerinin, kurucusu, yaşatıcısı, koruyucusu, destekleyicisi değiller midir?
Bu nasıl ortaklıktır?
Öncelikle Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımlarını veto etmek yerine; NATO içinde ortak olduğumuz tüm terör örgütlerinin bu ülkeler tarafından desteklenmelerini, ABD’nin Irak ve Suriye’de oluşturduğu, örgütlediği her türlü askeri ve ekonomik olarak devlet kuracak kadar teşkilatlandırdığı bu örgütlere karşı veto hakkımızı kullanmalıydık. Yani öncelikle Amerika’ya hayır demeli veto hakkımızı kullanmalıydık.
NATO için İsveç ve Finlandiya’nın örgüte katılımı hayati bir değer taşıdığı biliniyor.
Çünkü evveliyatta NATO’nun Baltık Denizi projesi hedefi çizilmişti. Rusya’yı Baltık Denizinden kuşatmanın yegâne yolu İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dâhil edilmesiydi. NATO'nun diğer bir hedefi ise Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Avusturalya gibi ülkelerle sıcak, ortak ilişkiler kurmak, ileri tarihlerde bu ülkelerin NATO’ya dahil edilmeleri, Asya-Pasifike doğru genişleme projesiydi.
Bu genişlemelerin temeli EMPERYALİZM YANİ SÖMÜRÜ AMACI SÖZ KONUSU. Batı artık enerji kaynaklarını tüketmek üzere. Enerji ve gıda alanında Avrasya’ya bağımlı durumda. Yani Rusya ve Çin’in hakimiyetinde olan bölgelere, başta ABD olmak üzere tüm batılı emperyalistler bu enerji kaynaklarına sahip olmak, verimli tarım arazilerine konmak yani bu bölgelerin sahibi olmaktır.
Ukrayna-Rusya savaşının çıkarılma sebebi tamamen bu saydığımız etkenler doğrultusunda gerçekleşmektedir.
Sormak gerekir, 2. Dünya Harbinde dahi bağımsızlığını koruyabilmiş, İsveç yanında hiçbir pakta dahil olmamış, geçmişinde Rusya ile savaşmış bir ülke olan Finlandiya neden şimdi durup dururken NATO’ya dahil olmak istemişlerdir?
-Bu iki ülkenin tavrı geçmişte bize Türkiye’nin NATO’ya giriş sebebini hatırlatıyor.
O günleri yeniden hafızamızdan geçirelim. Türkiye’nin NATO’ya dâhil olması daha önce Rusya – ABD ve İngiltere’nin kendi aralarında yaptığı gizli anlaşmalar gereği alınmış bir karardı. Rusya’nın, Doğu Anadolu’yu işgal etme ve boğazlarda hak iddia etmesi tehdidi üzerine; NATO’nun daha doğrusu Amerika’nın kucağına atlamak ya da sığınmak zorunda kaldığımız gibi.
Acaba İsveç ve Finlandiya da böyle bir tehdit ve korku neticesi mi güya NATO’ya katılıyor?
Tüm bu saydığımız etkenler karşısında elimize çok güçlü bir koz geçmiş, veto hakkımızla NATO’nun hayati bir hedefine hayır deme şansına sahip idik. Elimizdeki bu kartla başta ABD olmak üzere tüm batılı NATO ortaklarının söz konusu terör örgütlerini artık destek vermelerinin önüne geçebilirdik.
Kısacası vetomuzu önce ABD için kullanmalıydık.
ABD öncelikle Suriye’de olmak üzere destek verdiği tüm bölücü YPG, PKK, FETÖ gibi örgütlere artık desteklemekten vazgeçmeli, NATO’nun varoluş felsefesine, terör örgütlerinin üye devletlere olan saldırılarına karşı mücadele etme ilkesine riayet etmeli, Türkiye’nin de bir NATO ülkesi olduğu gerçeğini bu veto hakkımızla ortaya koymalıydık.
-NATO = ABD olduğunu tüm dünya biliyor. Amerika dünyanın en büyük silah taciri. Dünya silah satışının %40’ını ABD yapıyor. En çok satışı da NATO üyelerine yapıyor. Bu bağlamda İsveç ve Finlandiya yeni silah müşterileri olacaktır. Emperyalist Amerika için bu hamle kaçınılmazdır.
En büyük müttefikimiz dediğimiz ABD’nin Yunanistan ve Ege adalarında kurmuş olduğu üstlere karşı bu veto hakkımızı kullanmalıydık.
NATO’da veto hakkı en meşru bir hakkımız olarak duruyor. NATO konsepti gereği üye olan bir ülkenin almış olduğu veto kararı her halükarda seneler geçse de geçerliliğini koruyor. Alınan karar o ülkenin vetosunu kaldırmıyor.
2008 yılında NATO, Bükreş zirvesinde Makedonya’nın üye olması kararı alınmıştı. Bu karara karşı Yunanistan veto hakkını kullanmış, Yunanistan’ın Makedonya ve büyük İskender’in gerçek mirasçısı olduğunu ileri sürmüş, Makedonya’nın üyeliğine 2018 yılına kadar yani tam 11 yıl onay vermemiştir. Ancak istediğini almış, Makedonya’nın isminin Kuzey Makedonya olarak değiştirilmesi üzerine evet demiştir. Burada Yunanistan’ın güvenliğini tehdit eden bir terör örgütü de yoktu.
Bu aşamada Türkiye’de Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girişine kesinlikle veto etmesi, bu ülkeleri istediklerini alıncaya kadar kapıda bekletmesi gerekirdi.
Benzeri hatalardan biri de Fransa’nın 1967 yılında Charles de Gaulle’nin NATO’daki Amerikan hegomanyası ve İngiltere ile olan sıkı ilişkilerini bahane ederek NATO’dan ayrılmasından sonra, 2009 yılında Fransa’nın tekrar NATO’nun askeri kanadına dönmesi kararına karşı veto hakkı kullanmamamızdır. Oysa geçmişte de günümüzde de Fransa’nın, Türk düşmanı, Ermeni terör ürgütü (ASALA) ve PKK, YPG, FETÖ gibi terör örgütlerine verdiği destekler apaçık ortadaydı. Bunun yanında günümüzde Yunanistan’la imzaladığı askeri ittifak anlaşmaları da cabası…
Geçmişte veto hakkını kullanmadığımız Fransa her zaman başımıza bela kesiliyor.
Konumuza kaldığımız yerden devam etmek üzere saygıdeğer okuyucularım.