Saygıdeğer okuyucularımız,
“ÖYLE TARİHİ BİR FIRSAT KAÇIRDIK Kİ!” adlı yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Konuyu bir iki haftada tamamlayabileceğimizi zannederken; yazımız bir dizi haline dönüştü. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya giriş başvuruları ister istemez bizi tarihin derinliklerine, dış politikamızın acı gerçeklerine götürdü. İnanın işin içinden çıkmak mümkün değil. Konu ile ilgili bir yıl boyunca yazılsa yeridir. Araştırdıkça görüyoruz ki; dış politikamızdaki yaşanan zikzaklar ve tutarsızlıklar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin özellikle hariciye politikamızda kırmızı çizgilerimizi tarumar etmiş durumda.
Biz NATO ile olan ilişkilerimizi irdelemeye, Türkiye’nin diğer NATO ülkelerinin de sahip olduğu “veto hakkı ve güvencesini” hiçbir zaman kullanamadığını misalleriyle açıklamaya devam edelim.
-2009 yılında Fransa’nın NATO’ya dönüşünü onayladıktan sonra, aynı yıl Danimarka Eski Başbakanı Rasmussen’in NATO genel sekreterliği adaylığına başlangıçta karşı çıkmış idik. Çünkü Danimarka başta PKK terör örgütü olmak üzere bölücü, hain terör örgütlerine sahip çıkıyor, her türlü desteği veriyordu. PKK yayın organı ROJ TV Danimarka’dan yayın yapıyordu.
Ayrıca Danimarka ile hatırlarsanız bir karikatür krizi yaşanmış, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’e yönelik hakaret içerikli karikatüre Danimarka hükümeti izin vererek açık bir şekilde İslam ve Peygamber düşmanlığını desteklemişti.
Saydığımız bu sorunlar nedeni ile Türkiye kesinlikle Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliğini onaylamayacağını, veto edeceğini açıklamasına rağmen ABD Başkanı Obama’nın devreye girmesi ile geri vites takmış, Rasmussen’in göreve getirilişini veto yerine okey vermişizdir.
Bu onayın arka planında Obama – Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yanında, İtalya Başbakanı Berlusconi’nin - Almanya Başbakanı Merkel ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görüşmelerinin etkin olduğu, Türkiye’nin Danimarka ile ilgili tüm çekincemelerine başta Obama’nın garantör olduğu izahıyla konu kapatılmıştı. Sonra gelişmeleri hatırlayalım. Geçmişte de günümüzde de tüm batılı ülkeler gibi Danimarka’nın da bölücü PKK örgütüne her türlü yataklığı ve destek vermeyi sürdürdüğü görülüyor(!.....)
Hatırlayacaksınız Rasmussen’in Türkiye’ye yerleştirilen ve daha sonra sökülüp götürülen “patriot füzeleri” konusunda da Türkiye’ye karşı politikalar gütmüş, güya Suriye’den gelecek tehlikelere karşı konuşturulan patriotların görev süreleri dolduğu gerekçesiyle ülkemizden alınıp götürülmüştü. Buna mukabil Türkiye’nin “s-400” savunma sistemlerine yönelmesi özellikle istenmiş, Rusya ile S-400 Savunma Sistemleri konusunda anlaşılmış, S-400 bataryalarının Türkiye’ye getirilerek yerleştirildiği iddia edilmişti.
NATO’nun Türkiye’nin bu hamlesine karşın, Türkiye’de ortak üretilmesi planlanan, en gelişmiş savaş uçağı f-35 projesinin iptalini gerçekleştirmesi, önceden parasını ödediğimiz 1,5 Milyar Dolarlık f-35 uçaklarının teslim edilmemesi yanında f-35 projesinin üretim tesislerinin (Eskişehir’den) alınması sonucunda da 11,5 milyar dolar ülkemiz bir zarara uğratılmıştır. Kanaatimce tüm bu gelişmeler ABD tarafından desteklenirken Türkiye’nin yalnızlaştırılması politikası hedeflenmiş, ülkemiz savunma politikaları yanında büyük ekonomik zararlara da uğratılmıştır.
Hâlbuki aynı ABD ve NATO Yunanistan’ın, Slovakya ve Bulgaristan’ın Rusya’dan S-300 Savunma sistemlerini almasına aynı tepkiyi göstermemişti.
Türkiye’ye verilmeyen F-35’lerin Yunanistan’a satılması çalışmaları hızla devam ederken, ABD’nin Türkiye’nin S-400 Savunma Sistemlerini sahip olmasını bahane göstererek Yunanistan’da ve Ege Adaları yanında, Suriye’de de durmadan askeri üstler açması nasıl bir tuzağa düşürüldüğümüzün göstergesi olmuyor mu?
NATO’nun “Baltık Kıyılarında” genişlemesini hedefleyen “NATO Baltık Planı”nın onaylanmasında Türkiye PYD-YPG örgütlerinin “birer terör örgütü” olarak tanınması şartını öne sürmüş, 7 ay direnmiş, daha sonra bu örgütlerin terör örgütü olarak ilan edilmemesine rağmen NATO’nun Polonya ve Baltık planını da onaylaması ilginç olmuştur. Bu onayla NATO günümüzde hala devam eden Rusya-Ukrayna savaşının düğmesine basmış, Finlandiya-İsveç’in bu vesile ile NATO’ya başvuru işlemlerini başlatmıştır.
Bu başvuru sonrası Türkiye, şiddetli bir mukavemet göstermiş, kesinlikle bu ülkelerin NATO’ya katılımlarına, bu iki ülkenin terör örgütlerine verdiği destekler nedeniyle veto edeceğini net bir şekilde deklare etmiştir. Ne yazık ki NATO Madrid zirvesinde, öncelikle ABD Başkanı Biden ile görüşen, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, gerekli garantörlüğü almış olmalı ki; Finlandiya ve İsveç ile üçlü mutabakat muhtırasını imzalamıştır. Her ne kadar imzalanan bu mutabakatın nihai karar olmadığı, asıl nihai kararın TBMM’nin alacağı biliniyor.
Tüm veriler ışığında; tarih yeniden tekerrür eder mi? Bekleyip göreceğiz.
Ancak şunu öncelikle ifade etmemiz gerekiyor ki; İsveç ve Finlandiya ile imzaladığımız “olur mutabakatı” ile Türkiye’nin yerinin batı olduğu, batıya olan “aidiyetimizi” bir kez daha perçinlemiş oluyoruz galiba.
Öte yandan Güney Kıbrıs Rum Kesiminin, NATO-Madrid zirvesine gözlemci olarak katılması akıllara, acaba önümüzdeki günlerde Güney Kıbrıs Rum Kesiminin NATO’ya girişi yeniden mi gündeme getirilecek? Sorusunu getirirken; Güney Kıbrıs Rum Kesiminin NATO zirvesine katılımını “veto etmememiz” hayrete şayandır. Güney Kıbrıs Rum Kesiminin zirveye katılımını onaylarken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de zirvede temsil edilmesini ve “mütekabiliyet” ilkesiyle karşılık vermemiz gerekmez miydi?
Saygıdeğer okuyucularımız gelecek yazımızda NATO ve özellikle ABD ile olan ilişkilerimizin boyutunun izlerini sürmeye devam edeceğiz.
Selam ve saygılarımızla
Allah’u Teala’ya emanet kalınız sevgili okyucularımız.