Saygıdeğer okuyucularım,
Bu yazımızda gündemimizi en derin şekilde işgal eden siyaseti ve siyasetin ülkemizde yapılış tarzı üzerinde durmaya çalışacağız
Siyaset, bir toplum bilimleri dalıdır. Toplumdaki siyaset olgusunu akıl, bilimsel yöntem veya felsefi çözümlemelerle araştırarak, bu olguya ilişkin bilimsel açıklama, kritik düşünce, anlama, değerlendirme ve eleştiri yapmayı hedefleyen çalışmaların ürünlerinden oluşur diye tanımlarız. Yani siyaset ilmi bu içerikleri kapsar.
Yani toplumların yönetim şekli, siyasetin yapılış tarzıyla doğru orantılıdır.
Tıpkı ülkemizde olduğu gibi.
Batı tarzı demokrasi anlayışı ile biz de pratize edilen siyaset anlayışını kıyaslayınca;
Hakikaten biz de demokrasi var mı diye soramadan geçemeyeceğim.
Siyaset bir bilim dalıdır demiştik.
Bilim ise;
Evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp birtakım yöntem ve deney yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak birtakım yasalara ulaşan bilgi yolu, düzenli ve tutarlı bilgi demektir.
Yani sonuçları evrensel, akli, ahlâki, vicdani, kritize edilebilmiş, tecrübeyi, ehliyeti - liyakati, objektif olmayı ve adaleti düstur eden tüm toplumlarda kabul gören değerlerdir.
Pekâlâ biz de öyle mi?
Kesinlikle hayır!
Materyalist, prakmatik bir yaklaşımla, akıldan, bilimden, ahlâktan, vicdandan uzak, tamamen seçim kazanma uğruna sistematik bir şekilde kurgulanmış, profesyonel bir uğraşıdır siyaset. Maalesef siyasiler, siyaseti " bir meslek" haline getirmişler, bir rant, ticari ve kişisel yükselişin şahikası yapmışlardır.
Siyasi otoritenin sahipleri istedikleri alanlarda, istedikleri şahısları uygun gördükleri makamlara rahatlıkla atayabilmekte, adalet, hak gaspı, ehliyet, liyakat, ahlak, vicdan falan umurlarında bile değildir.
O yüzden yapılmakta olan seçimlerin sonuçları ne olursa olsun ülkemizde çok şeyin değişmeyeceğine inananlardanım.
Çünkü biz siyasette;
Aklı, bilimi, ahlakı, vicdanı, ehliyeti, liyakati, hakkı, hukuku ve adaleti hâkim kılamadığımız sürece, ne bilim ve teknikte,
Ne eğitim ve öğretimde ne ekonomide ne sanayide ne tarım ya da hayvancılık alanında kalkınma yönünde bir mesafe alamayıp " gelişmekte olan ülkeler" statüsünde yer almaya devam ediyor olacağız.
En son ülkemizde 10 şehrimizde yaşadığımız deprem hadisesinde olduğu gibi.
Depremi, kadere bağlayıp geçtik. Alın yazısı ne yapalım. Allah'tan geldi. Bize düşen sabır diyerek unuttuk gittik.
Depreme dayanıklı evler yapma konusunda yeterince tartışmak yerine;
" kaderciliğe" sığındık.
Neden?
Çünkü siyasilerimiz öyle uygun gördü.
Şehirleri kuran, imarı belirleyen, konutların yapımına izin ve ruhsat verenin, denetim ve onay makamının siyaset kurumu olduğunu hiç tartışmadık bile !..
Madem ki her şeyimizi siyaset belirliyor; o halde aklı, ilmi, ahlaki ehliyet, liyakat ve denetimi neden şehirlerimizi kurarken kullanmıyoruz?
Akıl ve bilim bize " fay hattına" vadilere, yumuşak arazilere, sit alanı, verimli arazilere konutlar yapın demezdi. Konutların yapımına en usta, en mahir, en ilmi, başarılı mimar ve mühendisler atanırdı.
Ahlak, vicdan ve inanç değerlerimiz bize dürüst olun, malzemeden çalmayın derdi.
Denetim mekanizmaları adalet ve hakkaniyet içerisinde olsaydı; hiçbir konut yıkılmaz, o depremi en az mal ve can kaybıyla geçiştirirdik.
Ama biz on binlerce insanımızı, canımızı kaybettik. Kahrolduk! Onca maddi kayıplarla birlikte....
İşte saygıdeğer okuyucularım, siyasette saydığımız bu unsurları öncelemediğimiz sürece; her alanda kalıcı başarılar beklemek hayal olmaya mahkûm dur.
Yani kandırılmaya devam edeceğiz.