Tarih daha kolay anlaşılması için tarihçiler tarafından sınıflandırılmıştır. Türk tarihini ele aldığımızda İslamiyet Öncesi, Anadolu'ya yerleşim sonrası, Osmanlı Tarihi, Cumhuriyet Tarihi gibi başlıklarla karşılaşırız. Tarih her ne kadar sınıflandırılmış olsa da tarihi ortaya koyan insanlar hep aynı kalmışlardır. Milattan önce ve hemen sonrası Anadolu şehir devletlerinin tarihlerine baktığımızda da bununla karşılaşırız. Üzerinde bulunduğumuz coğrafyada Hitit, Akad, Asur, Sümer, Lidya, Luvi gibi milletlerin yaşadıklarını ve bu milletlerinin varlığı devam ederken yaşanan büyük olaylar sonrasında farklı şekillerde anıldıklarını görüyoruz. İskender’in Anadolu’yu fethetmesi sonrasında bölgenin ismi değişmiş ancak halk aynı soydan insanlarla varlığını sürdürmüştür. Coğrafya üzerinde inşa edilen kültür genler üzerinden geleceğe aktarılmıştır. Dahası bunu bilimsel veriler kanıtlamaktadır.
Geçmiş çağlarda yaşamış canlıların kalıntılarındaki DNA yapısını inceleyen bilim dalına “Arkeogenetik” deniyor. Antik ve modern insanın genetiğinin karşılaştırılması belki de tarihçiler için en doğru çalışma sahasıdır. Bir örnekle açıklayacak olursak Ağlasun ilçesinde bulunan ve Luvi kökenli oldukları bilinen Sagalassos kenti sakinlerinin anıt mezarlarından çıkartılan 24 iskeletten DNA örnekleri alınıyor ve 21. yüzyılda Ağlasun’da yaşayan vatandaşlarımızın DNAları ile karşılaştırılıyor. Sonuç ilginç. DNAlar aralarında dış etkenler sebebiyle oluşmuş küçük farklılıklar dışında tamamıyla aynı. Yani bugün o topraklarda yaşayan insanların bir kökünün Luvilere kadar dayandığı kanıtlanıyor.
Peki, durum sadece Sagalassos için mi geçerli? Tabiki hayır. Yerleşik hayata geçilen tarihten beri bulunduğu coğrafyayla bütünleşmiş bir genetik aktarım söz konusu. Biz buna arkaik miras diyoruz. Atalardan kalan ve daha sonralarına aktarılacak olan medeniyet gücü. Anadolu coğrafyasının her zaman insan sirkülasyonuna maruz kaldığı ve bu sebeple çok farklı kültürlerden etkilendiği unutulmamalı. Gölhisar’a ilk geldiğimde yaptığım gözlemlerde bu coğrafyada birçok farklı kültürün harmanlandığını fark etmiştim. Fenotip özellikler, karakteristik tutumlar, kökeni bilinmeyen ancak sürdürülmeye devam eden ritüeller düşlediğim sentez için birer işaretti.Çok değerli ağabeyim Yusuf ERKAN’ın “Gölhisar- Kibyra” ve “Likyalıların Ana Yurdu Dirmil” kitaplarındabahsettiğim konular hakkında epey derin incelemeler mevcut.
Kalemim yettiğince tarih ile kurulan bağlantıları aktarmaya çalışacağım. Bilinmeli ki dünyanın neresinde olursak olalım bize aktarılan genetik mirası yaşamak ve yaşatmak zorundayız. Bilinçaltımızın getirisini kader diye tanıdığımız talihsiz bir mülakat.Kanun. Gayesiz bir meçhul.Bazı Gölhisarlı arkadaşlarıma ara sıra “Ey seçkin Likyalı!” diye sesleniyorum. Bu hitabın kökenini daha sonraki yazılarda açıklamayı uygun buluyorum. Nitekim farklı gazetelerde yayımlanacak ilk köşe yazılarımda öncelikle temennilerim olmasına özen gösteriyorum.
Bu köşeye dikkat kesilerek dakikalarını ayırdığın için teşekkürler değerli okuyucu. Köşenin birlikte inşa ettiğimiz ve çevremizdekileri deniz feneri edasıyla aydınlatacak bir Fildişi kuleyedönüşmesi ümidiyle…Kısa süreliğine Likya topraklarında bulunan biriyonyalı’dan selamlar…
Geçmiş çağlarda yaşamış canlıların kalıntılarındaki DNA yapısını inceleyen bilim dalına “Arkeogenetik” deniyor. Antik ve modern insanın genetiğinin karşılaştırılması belki de tarihçiler için en doğru çalışma sahasıdır. Bir örnekle açıklayacak olursak Ağlasun ilçesinde bulunan ve Luvi kökenli oldukları bilinen Sagalassos kenti sakinlerinin anıt mezarlarından çıkartılan 24 iskeletten DNA örnekleri alınıyor ve 21. yüzyılda Ağlasun’da yaşayan vatandaşlarımızın DNAları ile karşılaştırılıyor. Sonuç ilginç. DNAlar aralarında dış etkenler sebebiyle oluşmuş küçük farklılıklar dışında tamamıyla aynı. Yani bugün o topraklarda yaşayan insanların bir kökünün Luvilere kadar dayandığı kanıtlanıyor.
Peki, durum sadece Sagalassos için mi geçerli? Tabiki hayır. Yerleşik hayata geçilen tarihten beri bulunduğu coğrafyayla bütünleşmiş bir genetik aktarım söz konusu. Biz buna arkaik miras diyoruz. Atalardan kalan ve daha sonralarına aktarılacak olan medeniyet gücü. Anadolu coğrafyasının her zaman insan sirkülasyonuna maruz kaldığı ve bu sebeple çok farklı kültürlerden etkilendiği unutulmamalı. Gölhisar’a ilk geldiğimde yaptığım gözlemlerde bu coğrafyada birçok farklı kültürün harmanlandığını fark etmiştim. Fenotip özellikler, karakteristik tutumlar, kökeni bilinmeyen ancak sürdürülmeye devam eden ritüeller düşlediğim sentez için birer işaretti.Çok değerli ağabeyim Yusuf ERKAN’ın “Gölhisar- Kibyra” ve “Likyalıların Ana Yurdu Dirmil” kitaplarındabahsettiğim konular hakkında epey derin incelemeler mevcut.
Kalemim yettiğince tarih ile kurulan bağlantıları aktarmaya çalışacağım. Bilinmeli ki dünyanın neresinde olursak olalım bize aktarılan genetik mirası yaşamak ve yaşatmak zorundayız. Bilinçaltımızın getirisini kader diye tanıdığımız talihsiz bir mülakat.Kanun. Gayesiz bir meçhul.Bazı Gölhisarlı arkadaşlarıma ara sıra “Ey seçkin Likyalı!” diye sesleniyorum. Bu hitabın kökenini daha sonraki yazılarda açıklamayı uygun buluyorum. Nitekim farklı gazetelerde yayımlanacak ilk köşe yazılarımda öncelikle temennilerim olmasına özen gösteriyorum.
Bu köşeye dikkat kesilerek dakikalarını ayırdığın için teşekkürler değerli okuyucu. Köşenin birlikte inşa ettiğimiz ve çevremizdekileri deniz feneri edasıyla aydınlatacak bir Fildişi kuleyedönüşmesi ümidiyle…Kısa süreliğine Likya topraklarında bulunan biriyonyalı’dan selamlar…
Merhabalar İyonyalı Kaan bey yazılarınızı okumak büyük keyif.